top of page

Bilinçdışı Nedir?

  • Writer: Adem ÖZTÜRK
    Adem ÖZTÜRK
  • Jul 27
  • 4 min read

Bilinçdışı kavramı, insan zihninin farkındalık alanının dışında kalan ancak düşünce, duygu ve davranışlarımızı çok derinden etkileyebilen zihin süreçlerini tanımlar. Başka bir deyişle, kişinin belli bir anda farkında olmadığı her türlü zihinsel içerik veya işleyiş bilinçdışı kapsamına girer. Bilinçdışı kavramı, Sigmund Freud'un psikanaliz kuramıyla birlikte psikoloji literatüründe merkezi bir önem kazanmıştır.


buz dağı

Bilinçdışı Kavramının Tarihsel Gelişimi - Bilinçdışı Nedir?


Zihnin bilinçli farkındalığının ötesinde işleyen süreçlerin var olabileceği fikri, Freud'dan çok önceki dönemlerde de dile getirilmiştir. Antik çağ filozofları ve 17. yüzyıl akılcıları zihin içinde bilinmeyen güçlerin olabileceğini tartışmışlarsa da, modern anlamda bilinçdışı kavramını ilk kullanan kişi olarak genellikle filozof Gottfried Wilhelm Leibniz (1646–1716) kabul edilir. Leibniz, Descartes'ın zihnin tümüyle şeffaf ve kendine aşikâr olduğu yönündeki görüşünü eleştirerek, kişinin bilincinde olmadığı algıları ve düşünceleri de olabileceğini ileri sürmüştür. Bu yaklaşım, insan zihninde bilinç seviyesinin altında işleyen bir düzey bulunduğunu ima eden ilk bilimsel girişimlerdendir.


19. yüzyılda bilinçdışı fikri hem felsefede hem de bilimi anlama yönündeki yeni disiplinlerde popülerlik kazandı. Örneğin 1869 yılında Alman filozof Eduard von Hartmann, Philosophy of the Unconscious (Bilinçdışı Felsefesi) adlı kapsamlı eserini yayımlayarak bu kavramı Avrupa düşünce dünyasında yaygın bir tartışma konusu haline getirdi. Hartmann, "bilinçdışı istem" örneğinde görüldüğü gibi, bilinçdışını zihindeki farkında olmadığımız irade ve içgüdüleri kapsayan ve kuralcı biçimde işleyen bir sistem olarak ele aldı. Bu dönemde psikoloji ve tıp alanında da Pierre Janet gibi araştırmacılar, histeri ve benzeri rahatsızlıkları açıklamak için bilincin bölünmesi (disosiyasyon) ve "bilinçaltı" adını verdikleri mekanizmaları öne sürdüler. Janet, bazı anı ve fikirlerin kişinin bilinci dışında kalabildiğini, bu "ikinci zihin" durumunun (Fr. subconscient) uygun koşullarda bilince çağrılabildiğini fark etmişti. Bu çalışmalar, zihnin bilinçli birimden ibaret olmadığı ve bazı deneyimlerin bilincin eşiğinin altında işleyebildiği fikrini bilimsel gündeme taşıdı. Nitekim Freud da histeri vakalarını incelerken Janet’in kavramlarından etkilenmiş; hatta histerik semptomların "bilinçaltı sabit fikirlerin" etkisiyle oluştuğunu ilk fark edenin Janet olduğunu kendisi ifade etmiştir. Bütün bu tarihsel birikim, Sigmund Freud'un (1856–1939) 20. yüzyılın başlarında bilinçdışını psikiyatri kuramının merkezine yerleştiren psikanaliz ekolünü geliştirmesine zemin hazırladı.


Freud'a Göre Bilinçdışı


Freud, insan zihninin çalışma prensiplerini açıklamak için topografik model adı verilen bir ayrım yapmıştır. Bu modele göre psişe üç bölümden oluşur: bilinç, ön-bilinç (bilinçöncesi) ve bilinçdışı. Bilinç, kişinin o anda farkında olduğu düşünce ve algılardan ibarettir. Bilinçöncesi (ön bilinç) ise, şu an bilincimizde olmayan fakat istendiğinde kolayca bilince çağrılabilecek anıları ve bilgileri içeren eşik bölgedir. Bilinçdışı ise bu modelde en derin ve ulaşılması en güç katmanıtemsil eder. Freud'un tanımına göre bilinçdışı, bilinç tarafından istenmediği veya kabul edilmediği için bastırılmış ya da unutulmuş anıları, çatışmaları, arzu ve dürtüleri; özellikle de saldırganlık ve cinsellik gibi temel itkileri ve güdülerimizi barındırır. Tüm bu içerik, kişinin bilinç alanına doğrudan erişilemese de, bilinçli düşünceler ve davranışlar üzerinde dinamik bir etki göstermeye devam eder. Bu nedenle Freud, psikiyatrik semptomların kökenini açıklamak için bilinçdışındaki bastırılmış içeriklerin izini sürmeye büyük önem vermiştir. Nitekim gündelik hayatımızdaki dil sürçmelerinden rüyalarımızda beliren tuhaf sahnelere kadar birçok olguyu, Freud bilinçdışındaki örtülü düşünce ve arzularımızın kendini ifade etme biçimi olarak yorumlamıştır.


Freud'un kuramında bilinçdışı, buzdağı metaforuyla da sık sık açıklanır. Zihnimizin bilinçli kısmı buzdağının su üstünde görülen küçük bölgesiyse, asıl ve muazzam bölümü olan bilinçdışı suyun altında gizlidir. Bu metafor, zihnimizin büyük bir bölümünün farkında olmadığımız içsel dinamiklerden oluştuğunu vurgular. Psikanalizin amacı da "buzdağının gözle görülmeyen kısmını" yüzeye çıkartmak, yani bilinçdışındaki malzemeyi bilinç alanına taşıyarak kişinin kendisini tanımasını ve semptomlarından kurtulmasını sağlamaktır.


Freud, ilk başlarda zaman zaman "bilinçaltı" (Alm. Unterbewusstsein, İng. subconscious) terimini de kullanmış olsa da kuramını geliştirirken bu terimi terk ederek yalnızca "bilinçdışı" (İng. unconscious) kavramını kullanmayı tercih etmiştir. Freud, kendi kuramındaki bilinçdışına yüklediği özel anlam sayesinde bu kavramı, basit bir "bilincin alt tabakası" fikrinden belirgin biçimde ayırmayı amaçlamıştır. Nitekim psikanalitik literatürde "bilinçaltı" terimi resmen bulunmaz; Freud bilinçaltından değil, daima bilinçdışından bahseder. Bu tercih, kavramın bir yer tanımı (alt/üst) şeklinde anlaşılmaması, bilincin kapsamadığı tüm içerik olarak görülmesi gerektiği vurgusuyla ilgilidir.


Lacan ve Bilinçdışının Dilsel Yapısı


Freud'un 20. yüzyıl başlarında başlattığı psikanalitik geleneğe yön veren bir diğer önemli figür de Fransız psikanalist Jacques Lacan'dır (1901–1981). Lacan, Freud sonrası dönemde psikanalizi felsefe ve dilbilimle besleyerek "Freud'a dönüş" sloganıyla kurama yeni bir açılım kazandırmıştır. Onun psikanalitik görüşünün temelinde, bilinçdışını dil gibi yapılanmış bir dizge olarak gören anlayış yatar. Lacan'ın meşhur "bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır" sözü, bilinçdışı süreçlerin gelişigüzel değil, bilakis dilin yapısal kurallarına benzer şekilde işlediği anlamına gelir. Bu yaklaşıma göre bilinçdışı, bastırılmış arzuların kaotik bir deposu olmaktan ziyade, rüyalar ve dil sürçmeleri gibi olgularda kendini bir "dil" gibi ifade eden yapılı bir düzenektir. Lacan, Freud'un kuramındaki bilinçdışı olgusunu bu dilbilimsel bakış açısıyla yorumlayarak, psikanalizdeki semptom ve belirtilerin birer şifre gibi çözülebileceğini öne sürmüştür. Böylece psikanaliz, kişinin bilinçdışı konuşmasını (yani iç dünyasının dilini) takip ederek daha derin bir anlam arayışına yönelmiştir.


"Bilinçaltı" mı "Bilinçdışı" mı?


Psikolojiye meraklı birçok kişi, günlük dilde sıkça duyulan "bilinçaltı" terimini Freud ve diğer psikanalistlerin kullandığı "bilinçdışı" kavramıyla eşanlamlı sanmaktadır. Oysa yukarıda da değindiğimiz gibi, Freud bilinçaltı (alt bilinç) terimini olgunluk döneminde tamamen bırakarak bilinçdışı tabirini benimsemiştir. Bilinçaltı kelimesi, zihni sanki bilincin altında yer alan bir bölge gibi düşündürebilir; nitekim popüler anlatımlarda buzdağının su altındaki kısmı için bu terim kullanılmaktadır. Ancak psikanalitik açıdan doğru olan "bilinçdışı" terimidir, zira Freud'un kavramsallaştırdığı şekliyle bilinçdışı, alt ya da üst gibi mekânsal bir konum değil, bilinçte olmayan her şeyi ifade eder. Uzmanlar da "bilinçaltı" kavramının Freudyen anlamda tam karşılığı olmadığını, hatta Pierre Janet gibi öncülerin bilinçaltı ile kastettiklerinin aslında Freud'un bilinçöncesi kavramına daha yakın olduğunu belirtmiştir. Bir başka deyişle, "bilinçaltı" klinik olarak bilincin hemen eşiğinde bekleyen ve uygun koşullarda bilince çıkabilen içerikleri ima ederken, "bilinçdışı" bilincin asla doğrudan erişemediği, bastırılmış düzeyi vurgular. Bu sebeple akademik ve klinik yazında "bilinçdışı" terimi tercih edilmeli, popüler metinlerde sık görülse de bilinçaltı sözcüğünden kaçınılmalıdır. Nitekim bazı yazarlar, Freud'un teorisi aktarılırken "bilinçaltı" teriminin kullanılmasını tamamen hatalı bulmaktadır.


Tarihsel süreç içinde biçimlenen bilinçdışı kavramı, insan zihnini anlamamızı kökten değiştiren bir buluş olmuştur. Freud'un bastırılmış düşünceler diyarı olarak tanımladığı bu kavram, Lacan'ın dilsel yaklaşımıyla birlikte daha da zengin bir açıklama gücü kazanmış ve günümüz psikoloji sözlüğünün vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Bugün, psikoterapi alanında bilinçdışı kavramı özellikle psikanalitik psikoterapi yaklaşımlarında tedavinin odak noktasını oluşturmaktadır. Bireyin farkında olmadığı duygusal dinamikleri açığa çıkartarak iyileşme sağlamayı amaçlayan bu terapi yöntemi, Bursa'da psikanalitik psikoterapi uygulamaları yürüten uzmanlar da dahil olmak üzere birçok klinisyen tarafından kullanılmaktadır. Sonuç olarak, "bilinçdışı nedir?" sorusuna verilen yanıt, sadece teorik bir merak konusu değil, aynı zamanda psikolojik sağlığımızı kavramamız ve dönüşümümüz için kilit öneme sahip bir gerçekliktir.

 
 
 

Comments


bottom of page