Akıllı Çocuklardık… Peki, Neden Yetişkinlikte Kaybolmuş Hissediyoruz?
- Adem ÖZTÜRK

- Jun 5
- 2 min read
Çocukken “akıllı” olarak tanımlanmak, birçok kişi için gurur verici bir etiket gibidir. Ancak yetişkinliğe geldiğimizde, bu “akıllı çocuk” kimliği bir yük halini alabilir. Dışarıdan bakıldığında başarılı ve dengeli görünen bireyler, iç dünyalarında motivasyon bulmakta zorlanabilir, sosyal ilişkilerde kendilerini kopuk hissedebilir, başlayamadıkları ya da sürdüremedikleri projelerle boğuşabilir.
Peki bu duygusal kopukluk ve içsel sıkışmışlık neden ortaya çıkıyor?
“Zekâ”ya Dayalı Kimliğin Gizli Bedeli
Birçok akıllı çocuk, değerini yalnızca zekâsına dayalı olarak inşa eder. Küçük yaşta “ne kadar çabuk anladığı”, “çalışmadan yüksek not aldığı” gibi davranışlar övülür. Bu övgü, çabanın değil, zahmetsiz başarının ödüllendirildiği bir kimlik oluşturur. Sonuç? Zorlanmak, hata yapmak ya da başarısızlık gibi doğal deneyimler, benliğe bir tehdit olarak algılanır.
“Eğer gerçekten zekiysem neden bu kadar zorlanıyorum?” sorusu, kişinin kendi potansiyelini sorgulamasına değil, duraklamasına neden olur. Yeni şeyler denemekten kaçınma, yalnızca başarılı olduğu alanlarda kalma, sosyal bağlantılardan çekilme… Hepsi bu kırılgan kimliği koruma çabasının parçalarıdır.
Yalnızlık ve Bilişsel Empati Tuzağı
Zorluklardan kaçındıkça sosyal ilişkiler de yıpranır. Kişi, bağlantı kurmak yerine başkalarını analiz etmeye başlar. Bilişsel empati ile, karşısındakini anlamaya çalışır ama hissedemez. İnsanlarla “olmak” yerine, onlara nasıl göründüğünü hesaplar. Sosyalleşmek bile bir “başarılması gereken görev” haline gelir ve kaçınılır.
Bu yalnızlık hali bir süre sonra şu savunmaya dönüşebilir:“Ben farklıyım.”“Yüzeysel ilişkiler bana göre değil.”“Onlar kadar zeki olmadıkları için anlaşamıyoruz.”
Aslında bu düşünceler, yalnızlığın getirdiği acıyı hafifletmeye çalışan zihinsel savunmalardır. Savunmacı kibir, kişiyi daha da izole eder.
Yeni Bir Kimlik: “Zeki Olmak” Değil, “Büyümeye Açık Olmak”
Bu döngüyü kırmak için ilk adım, “akıllı çocuk” kimliğini bırakmaktır. Değerimizi ne kadar çabuk ve kolay başarılı olduğumuzdan değil, ne kadar esneyebildiğimizden, zorlanmaya rağmen ilerleyebildiğimizden almalıyız.
Bu, mükemmel değil ama samimi adımlar atabilmeye cesaret etmeyi gerektirir. Tanıdık olmayan şeylerde kötü olmaya izin vermek, başkalarının önünde görünür ve kırılgan olabilmeyi göze almak gerekir. Ve bu, psikolojik olarak güçlü bir dönüşüm sürecidir.
Psikoterapi Neden Önemli?
Yalnızca duygular değil, duyguların ardındaki anlam fark edildiğinde dönüşüm başlar.Psikoterapi, bireyin sadece ne hissettiğini değil, neden öyle hissettiğini de anlamasını mümkün kılar.
Kaygı, depresyon, öfke gibi duygular birer semptom değil, çoğu zaman daha derin yaşantıların yankılarıdır. Psikoterapi, bu yankıların hangi yaşamsal temalara dokunduğunu keşfetmek için güvenli bir alan sunar.
Bazı danışanlar hayatın belirli bir noktasında yönsüz hisseder, nereye gitmek istediklerinden emin olamaz. Bu belirsizlikte, kişinin varoluşsal yönelimlerini fark etmesi ve kendini yeniden kurması mümkün hale gelir.Terapi, yaşananlara değil, yaşananların anlamına odaklanır.




Comments